BUGÜNÜMÜZE ŞÜKÜRLER OLSUN
BUGÜNÜMÜZE ŞÜKÜRLER OLSUN
Yaklaşık kırk sene önce Malatya merkeze 14 km uzaklıkta Malatya’nın en şirin köyü Şahnahan Köyü’nde oturuyorduk. Biri kız beş erkek olmak üzere altı kardeştik. Köy işini hiç sevmezdim. Babam bana ”şu işi yap” dedi mi bende babamın bana verdiği o kutsal görevi kardeşim Ramazan’a devir eder, gidip köy minibüsünde muavinlik yapardım. Akşama eve döndüğümde de babamdan bir kamyon dolusu dayak yerdim.
Babamın adı Ramazan’dı ama babamın gerçek adını hiç kimse bilmezdi. Babam menzil sofisi olduğu için herkes ona ”Sofi Dayı” derdi. Bizim oralarda herkesin bir lakabı vardı. Lakabını söylemedinmi kimse kimseyi tanımazdı.
O yıllarda belkide bizim köyün en fakir ailesiydik ama gönlümüz zengindi. Hele Cemile anam eve bir misafir geldimi evde ne var ne yok misafire yedirir içirir öyle gönderirdi.
Babam çok çalışkan bir adamdı ailesini ve çocuklarını kimseye muhtaç etmemek için gece gündüz demeden yövmiyeci olarak çalışırdı.
O günlerde bizim yediğimiz en lüks yiyeceğimiz helva, zeytin ve çarşı ekmeğiydi. Babam ancak bayramdan bayrama bize kıyafet alabilirdi. Aldığı zamanda hep iki numara büyüğünü alırdı ki seneyede aynı kıyafeti giyebilelim.
Anamız babamız küçük şeylerle mutlu olmayı öğretti bize. Ne her gördüğümüzü isterdik, ne de her istediğimiz olurdu. Ama bunalımlara girip çıkmazdık. Ertesi gün unuturduk. Bir giydiğini bir daha giymemek, önüne konan yemeği beğenmemek ne haddimize… Çünkü Bunları sorgulayacak kadar zengin değildik.
Hani bir kıyafetin miras gibi büyükten küçük kardeşe kaldığı günlerden bahsediyorum. Sökülenin atılmayıp dikildiği, yıprananların yamalarla saklandığı günler… İşte bu yüzden anam iyi bir terzi, babamda yenilerini alamadığı için içi biraz buruk olurdu.
Ama modayı yinede takip ederdik biz. Mesela ipten kemerlerimiz olurdu. İşte bu yüzden ekmek ve emek bizim için büyük bir nimetti. Kaybetmemek için sıkı sarılırdık ekmeğimize ve sevdiklerimize…
Eskiden Malatya’da iş imkanı olmadığı İstanbul’a kaçmak modaydı. Bende o modaya uyanlardanım. Daha 13-14 yaşlarında küçücük bir çocukken bir yolunu bulup, ”ver elini İstanbul dedim” ve Malatya’dan kaçıp İstanbul’a geldim. Anamın gencecik yaşta rahmetli olduğu haberini alır almaz tekrar Malatya’ya dönmek zorunda kalmıştım. 6 kardeşin en büyükleri bendim. Anam rahmetli olduktan sonra evin bütün yükü 10 yaşındaki kız kardeşime kalmıştı.
Bende 3-5 ay Malatya’da belediye hamamının önünde halka tatlı ve simit sattım. Söğütlü Camii’nin önünde ayakkabı boyacılığı yaptım. Baktım olacak gibi değil, hani derler ya ”İstanbul’un suyunu içen istanbulsuz olamaz diye”, bende yeniden İstanbul’un yolunu tuttum.
Ve kardeşlerimi de birer birer yanıma aldım. Vefa, Süleymaniye ve Küçükpazar’da ki bekar odalarında çok perişanlık çektik.
Ve bugünümüze kavuşturan yüce Rabbime milyonlarca şükürler olsun.
Hoşçakalın…
Ferhat CANBEY / Gazeteci-Televizyoncu