O GÜNLERDE ŞÖHRET OLMAK ÇOK ZORDU
Geçen akşam eve erken gitmiştim bir televizyon kanalında Ana haberi izliyordum… Dikkatimi çeken bir haberi İzlerken, biraz gerilere gittim. Haber’de, Urfalı bir hemşerimiz 30 metrekarelik dükkanında satışa sunduğu nostalji, arabesk ve Türk halk müziği eserlerinden oluşan toplam 60 binin üzerinde kaset ile müzik tarihine ışık tutuyordu.
Bu haberi izlediğimde Kasetçinin Raflarında Gördüğüm, 80’li 90’lı yıllardaki Fırtına gibi esen Arabeskçiler Müslüm Gürses, İbrahim Tatlıses, Orhan Gencebay ve Ferdi Tayfur posterleri ve kasetleri beni o günlere götürdü. Aslında Arabesk hepimizin hoşuna gitmişti. Arabesk, köyden kente göç edenlerin, horlananların, hakir görülenlerin müziğiydi. Kentin varoşlarında kurulan gecekondu mahallelerinde yaşayanlarca dinleniyordu. Taşradan geldiği söylenir ama alakası yok. Arabesk, alaturka ve halk müziğinden beslenen, yer yer pop ve hatta rock altyapısını kullanan “kentli” bir türdü.
O günlerde şöhret olmak zok zordu. Sadece gazete ve dergiler vardı. Oralarda haber olmak içinde çok büyük torpil gerekiyordu. Özel Televizyon hiç yoktu zaten. Sadece TRT vardı, Yılbaşı özel programlarında bir kereye mahsus olmak üzere TRT’ye çıkan Türkücüler artık özel eğlence programlarında kendilerine yer buluyor ve devlet televizyonu aracılığıyla halka ulaşıyordu.
İbrahim Tatlıses, İzzet Altınmeşe, Selahattin Alpay, Belkıs Akkale, Bedia Akartürk, Müslüm Gürses, Ramazan Garipses, Kahtalı Mıçe, Küçük Ceylan, Küçük Emrah, Ferdi Tayfur, Orhan Gencebay ve Hakkı Bulut gibi bir çok ünlü isimlerin en ilginç kaset kapaklarını görünce, Güzel bir nostalji yaşadım. Ve bu yazıyı yazmakta orda geldi aklıma zaten.
ALBÜMLERİ MİLYON SATAN GİZLİ ŞÖHRETLER
Bu yıllarda ard arda çok farklı isimler ortaya çıktı. Ama bu sanatçıların hepsinden bahsetmeyeceğim çünkü o dönemlerde tanıdığım yaşıtlarım olan bu isimlerden bahs edeceğim.
Belkide bir çoğunuz ismin zikredeceğim bu isimleri ilk defa benim bu yazımda okuyacaksınız. 80’li-90’lı yıllarda Albümleri Milyon satan bazı gizli şöhretler vardı. Albümleri yok satıyordu, hatta bir çok şehirdeki kasetçilerde orijinalı kalmayınca kopyasını (korsan) yapıp satıyorlardı. Satmasına satıyordu fakat parayı yapımcılar ve korsancılar götürüyordu. O dönemlerde Mahsun Kırmızıgül, Mehmet Öndül, Celal Yarıcı gib bir çok sanatçı kaseti kaç sattığını bile bilmiyordu.
Çünkü kaset çıkardıkları firmaları onların hem babalarıydı, hemde analarıydı. Firmaya ve firma sahibine güvenmek zorundalardı. Yukarıda isimlerini saydığım bu sanatçıların hiç birinin başında akıl verecek bir büyükleri yoktu. Olsa bile müdahale etme şansları sıfırdı. Kaset fabrikaları kaset yetiştiremezdi, İstanbul İMÇ Unkapanı 6. Blokta Anadolu’ya kamyonlarla kaset gönderilirdi. İsimlerini saydığım o sanatçılarla aynı yaşta olduğum için, o dönemi çok iyi hatırlıyorum.
Bende İlk Gazetecilik hayatıma o yıllarda yeni başlamışım, zıpkın gibi delikanlıyım, Bir haberin altında imzamız çıktımı son derece mutlu oluyorduk. Normalde Ben hep polis – Adliye muhabiri olmak istiyordum, fakat nerde boşluk varsa beni o habere gönderirlerdi. Bir gün Magazin müdürümüz beni odasına çağırdı, “Ferhat’cığım Sana bir görev vereceğim, Sende Doğulu olduğun için, onlarla iyi anlaşırsın, sen onların dilinden iyi anlarsın. Albümleri milyon satan sesi yanık Doğulu bu sanatçıları araştırmanı istiyorum. Bunlar ne yer, ne içer, nerede kalırlar, emeklerinin karşılığını alıyorlar mı. Hadi bir araştır görüm seni koçum” dedi.
Aldım Fotoğraf makinamı elime, düştüm bu gizli şöhretlerin peşine, Ben onlardan magazin beklerken onlar hep dramla çıktılar karşıma. Zaten onların yanık sesi de çektikleri bu çileyi anlatıyordu. Anadolu’da şöhret olmak hayaliyle İstanbul’a gelen bu insanlar koca şehirde zar zor geçiniyorlardı. Evet Kasetleri milyon satıyor ama çektikleri perişanlık diz boyuydu. Koca İstanbul’da hiç birinin ne bir akrabası nede kalacak bir yeri vardı.
Bazen küflü otel odalarında, bazende bekar evlerinde kalıyordu. Herkes bu üçlü, Mahsun, Celal, Mehmet gibi şanslı değildi. Celal Yarıcı onların büyüğü olduğu için, Celal abileri onlara Şehreminde bir ev tutmuş ve otel odalarında kurtarmıştı onları.
Tabi hepsini tek tek araştırdım. O yıllarda Unkapanı’nın kahramanı olarak dikkatleri üzerine çeken. Mahsun Kırmızıgül, “Yürek yarası” dedi tutmamıştı ve Ardından “Alem buysa kral benim” dedi ve patlamıştı. Kendine has yanık sesiyle, Esprili Sempatik tavırlarıyla kendini herkese sevdiren Celal Yarıcı “Narine” diyordu. Onların arkasında Mehmet Öndül “ Nazlı Gülüm” diyerek geliyordu. Kasetçi dükkanlarına ve topkapı’daki el arabalarında onların yanık sesleri yükseliyordu.
Hani her seferinde Mehmet Öndül beni görünce programlarında diyor ya, biz yeni yeni şöhret basamaklarını tırmalarken, Ferhat Canbey Günaydın gazetesinde iyi bir muhabirdi, ve hep bizi takip ediyordu, hep peşimizdeydi. Magazin haber çıkarmı, sevgilimiz varmı diye. Tabiki yoktu, Çünkü doğuda aile terbiyesi görmüş gençlerdi bunlar. Onlara göre her bayan hayranları onların anası bacısıydı.
Efendilikleriyle tanınan çocuk sanatçı modasını başlatan bu isimlerin hepsi büyüdü ve şu anda hala sanatçılık kariyerlerini sürdürüyor ve ekmeklerini sahnelerden kazanıyorlar. Saygılarımla.
HAYIRLI RAMAZANLAR